Siyaset, insan yönetme sanatı olarak bilinir. Fakat günümüzde her kavram gibi aslından saptırılmış durumda. Bugün siyaset, insanı biçimlendirme ve kalıplar içine sokma olarak açıklanabilir. Bu durum, insan gibi akıl ve gönül sahibi bir varlık için son derece üzücü bir durumdur. Çünkü siyaset, fikir ve ideallerin yönlendirdiği bir sistem olmaktan çıkıp baskılayıcı bir seviyeye inmiş oluyor.
Siyasi fikirler ve politikalar, insanların ufuklarını açmak ve siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için vardır. Her parti, taraftarının kendi istediği gibi düşünmesini ve hareket etmesini ister. Hatta bu tür davranmaya zorlar. İtiraz ederse de dışlar. Sonuç olarak, kesin bir bağlılık ve itaat talep eder. Bu yönüyle bir din ve ideoloji hüviyetine bürünür.
Böyle bir durumda toplum ve onun aydınlarının siyasette rol alabilme imkanları kalmaz. Düşünelim, böyle biçimlendirilmiş ve şekillendirilmiş kitleyle ilişkisi nasıl olabilir? Üstelik siyasetin kullandığı dil ile sürekli bir gerginlik ve çatışma psikolojisi ile toplum yönlendirilirken… Elbette bu dil, normal bir dil olamaz; problemli bir dil olacaktır.
Düşünelim; bizim gibi düşündüğünü söyleyen birinin söz ve davranışlarını her zaman “tasdik etmek” zorunda olabilir miyiz? Çoğu insan böyle bir soruya “hayır” cevabını verecektir. Fakat siyasi anlayışların uygulamasına baktığımızda, birçok insan kendi siyasi partilerinin söylem ve icraatlarına “kesin doğru” gözüyle bakmakta ve savunmaktadır. Böyle bir davranış, büyük ölçüde “efsunlanmış” bir kitlenin tavrıdır. Belki bazıları, “Canım, biz partimizin yanlış tutumlarını da eleştiriyoruz!” diyebilir. Evet, böyle bir tutum doğru olabilir. Ama bu tutum neyi değiştirebilmiştir şimdiye kadar?
Yanlış Dil, Yanlış Bir Kültürün Sonucu mu?
Siyasetin dilini tasvip edebilecek aklı başında bir insan olduğunu düşünemiyorum. Fakat kültür ve inanç değerlerine bağlı olmayan kesimler bu özelliğin dışındadır. Özellikle toplumun değer sistemlerinin kaybolduğu bir ortamda, insanları heyecanlandıran ve aidiyet duygusu kazandıran unsur siyasettir. Siyaseti, kitle bağımlılığı alanında futbol sporu takip etmektedir. Üçüncü sırada ise müzik sevgisi ve bağımlılığı gelmektedir.
Siyasetin daha çok orta yaş ve halk kitlelerinin dünyasını fazlasıyla işgal ettiğini söyleyebiliriz. Siyasete “değer yüklediğimizde”, onun duygu ve düşünce sistemi açısından yozlaşmış toplum kesimleri için uygun bir “ideal ve hayat felsefesi” haline geldiğini görebiliyoruz. Halbuki siyaset bir faaliyet alanı ve metodudur.
Kendilerini “siyaset ideali”ne bağlamış bu kitlelerin eline bazı malzemeler verilerek aktif hale getirilmeleri sağlanır; siyasi görüşleriyle hayatlarına bir “anlam katmaları” amaçlanır. İşte böyle bir ortamda siyasetin kavgacı ve suçlayıcı dili devreye girer. Karşı parti ve kişileri aşağılayan, değersizleştiren ve hatta düşmanlaştıran mesajlar ve bilgiler yayılmaya başlar. Bu konularda çoğu zaman sağlıklı bilgi sahibi olmayan toplum grupları, kendi partilerinin görüş ve söylemlerini doğru kabul edip diğer parti veya kişilere karşı tavır alır; bazen de bununla yetinmeyerek hakaret ve fiili saldırıya kadar varabilir.
Siyasetin dili, bu şekilde partilerine bağımlı hale gelmiş kitleleri daha çok ajite eder; komşusu, akrabası ve hatta kardeşi bile olsa onu en büyük hasım noktasına ulaştırır. Bu durum, aslında kitlelerin sanal bir kavga ve düşmanlığa yönlendirilmesi anlamına gelir. Bu hasımlık ve düşmanlık tutumu, din, milliyet ve Batı ideolojileri gibi konuları da içine alır; toplum “farklı ideolojik kamplar” haline gelir.
Aslında Batılılaşma ile birlikte toplumumuza yerleştirilen “partici siyaset” tarihi, dini ve kültürel değerlerimizin dışına itilmiş ve kardeşin kardeşi, sanal siyasi ideallerle birbirinin hasmı haline gelmiştir. Düğünde, cenazede bir arada bulunacağız.
Particilik, sonuç itibariyle sert ve kırıcı tavır ve davranışlar sergileyenleri sistemin dışına atar.