Sosyal medyanın hayatımıza girmesi ile ve gelişmesiyle oluşan “röportaj” ya da bizim “mülakat” edebî anlatım türleri içinde önemini her geçen gün yitirmektedir.
Cep telefonlarının ve teknolojilerin sunduğu imkanlar özellikle gençler arasında akla hayale gelmeyen toplumun genel ahlakına uymayan hiç tanımadığı bilmediği insanlara mikrofon uzatarak siyasi dini sosyal kültürel veya matematik soruları soruyorlar.
Özel hayat sokağa taşınmış vaziyette
Özellikle büyük şehirlerde sokaklarda sorulan soruları buradan ifade etmeye benim terbiyem müsade etmez
Dijitalleşme çağında hayatı kolaylaştıran pek çok şey olmakla birlikte, zahmetsizce bilgiye, emeksiz kazanca, alın teri dökmeden ve yorulmadan yükselmeye, anında bolluğa kavuşmak mümkündür. Tersine düşününce de aniden yükseklerden dipsiz boşluklara, uçurumlardan derin vadilere yuvarlanmak mümkündür. Bir anda elde ettiğiniz her türlü maddi ve manevi varlığınızın, değerlerinizin yok olması da mukadder olabilir.
Bilgi kirliliği ve algı oluşturmada sosyal medyanın gücü dijitalleşme ile zirve yaptı.
Devir değişti. Teknoloji fırsatlar sundu. Siyah Beyaz televizyon almak için iki yıl taksit ödeyen milletin artık elinde, cebinde, çantasında istediği her yerde nice renkli televizyonu ve TV kanalları var. Hatta kendi televizyon kanalını oluşturabiliyor her insan.
Bir de bu kişisel kanallar, blogırlar, fenomenler vb yoluyla meşgul edilen insanlar var. Onların durumunu “Bitli baklanın kör alıcısı olur” atasözü izah etmektedir.
Erdem ve ilim sahipleri “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” derken YouTube videolarıyla algı oluşturan, kimin değirmenine su taşıdığı belli olanların yaptıklarına göz atınca “Aman Allah’ım!” demek geliyor içimden.
Sokak röportajlarında sorulan sorular da soru sormak için seçilen kurbanlar da bir felaket…
Maksat doğruyu, gerçeği, hakikati, cihanşümûl/evrensel olanı anlatmak olsa eyvallah diyeceğiz.
Tipine bakıyor… Dinle alakası olmadığı şeklinden anlaşılan vatandaşa “Oruç tutuyor musun?” diye soruyor. 30 kişi hayır diyor, biri de “Tutuyorum ama niye tutuyorum bilmiyorum” diyor. Namazın şartlarını, teyemmümün usullerini ve şartlarını, Kelime-i Şehadet’in anlamını veya mezarda sorgu, telkin verme konusunu soruyor.
Ülkede din yok, oruç ve namaz zaten yok imajı oluşturmaya çalışan pespayeler var.
Başka bir soruda “Hz. Ali’nin kaç kardeşi vardı ve isimleri neydi?” Bilinmese ne olur?
İş “Hz. Adem çamurdan yaratıldı ise çamurunda saman var mıydı, yok muydu?” sorusuna kadar gideceğe benziyor. Maksat doğrusunu bilenleri konuşturup doğru bilgiyi yaymak değil tabii.
“Gördünüz mü bu milletin dinle alakası yok.” demeye belge hazırlıyor algıcı bit yavrusu.
“Bakın, ne kadar câhil bir toplumuz.” algısı için de “Yahu adam daha kana kırmızı rengini veren maddeyi bilmiyor. Bizimkilerin yüzde 98’i nar, kızılcık, domates diye cevap vermiş. Rusların yüzde 92’si doğru bilmiş” diyerek toplumu aşağılama yoluna gidiyorlar.
Yalan, iftira, dedikodu ile toplumu ajite etmeye yönelik her enstrümanı kullanan sosyal medya maymuncukları pervasızca kendi istikâmetlerinde ilerliyorlar.
Konu eğitim, sağlık, din, ekonomi olunca ahkâm kesmeyen yok. Olamaz böyle bir şey…
Ramazan ayında orucu bozan şeyler konuşulur. Geçen yıllarda ne bozuyor ise bu yıl da aynı şeyler bozuyor. “Orucu bozan şeyler” diye yapılan programlar da yasak edilmelidir. Ramazanın bereketinden sosyal ve manevi faydalarını, tesirlerini anlatmak varken hâlâ olmadık işlerle bizi meşgul eden zırvacılar eksik olsunlar ekranlardan…
Herşeyolog” ya da kaba tabirle “her..okolog” olmak da moda oldu.
Devletin bu işe dur demesi lazımdır. Aziz ve necip Türk Milletinin,
Türk İslam toplumun mayasını hamurunu bozuyorlar.
Bir işi şahsi nefsi hissi tatmin aracı olarak kullanmanın bedelini bütün toplum olarak ödüyoruz.
Diyanet işleri başkanlığı bu konuyu Cuma hutbesine konu yapmalıdır.
Sosyal medya insanlarımızı büyük bir batağın içine çekmiştir.
Benden söylemesi…