Bütün medeniyetin ve insanlığın temeli insan haklarıdır. İnsan hakları olmadan özgürlük, barış ve adaletin olması mümkün değildir. Barışın olması için gerekli olan adalettir. Adaletin gerçekleşmesi için ise insan haklarına saygı duyulması gerekmektedir. İnsan haklarının ihlal edildiği ve çiğnendiği yerlerde barış, demokrasi, hukuk ve özgürlük var olmaz.
Popülizmin, ırkçılığın, fanatizmin, bedeviliğin, despotizmin ve kabileciliğin yaygınlaştığı günümüzde insan hakları asli gündem olarak konuşulmamakta, tartışılmamakta ve insan hakları konusundaki farkındalık her geçen gün kaybolmaktadır. İnsan hakları gündemden düştükçe insanlık, insanlığını yitirmekte ve canavarlaşmaktadır. İnsan hakları bilincini ve pratiğini kaybettikçe bireyler, birbirine karşı ahlaksız, sorumsuz ve ilgisiz davranan tehlikeli yığınlara dönüşmektedir. Hiçbir şey, insan hakları bilincini kaybetmiş yığınlardan daha tehlikeli değildir.
İnsan hakları gündemden düştükçe ahlaksız ve sorumsuz yığınlar birbirleriyle çatışmakta ve savaşmaktadır. Barışın ve adaletin sağlanması için yeniden insan olmak, insan haklarına dönmek gerekmektedir. Geçmişin hiçbir unsuruna dönmeye ihtiyaç yoktur; köhnemiş kaynaklara ve kalıplara dönmeye gerek yoktur. “Öze dönüş” adı altında geçmişin fosillerini canlandırmaya lüzum yoktur. Barışın, adaletin, demokrasinin ve özgürlüğün var edilebilmesi için dönülmesi gereken tek kaynak insan haklarıdır.
İnsan olmanın derinliğini ancak insan haklarında keşfedebiliriz. Her insanın özgür doğduğunu, onur ve haklar açısından eşit olduğunu insan hakları doktrini bize söylemektedir. İnsan, hiçbir doğmaya, kimliğe, milliyete, kültüre ya da ideolojiye bağlı olarak doğmaz. Her birey, insan haklarıyla donanmış bir şekilde dünyaya gelir. Her insanın doğal olarak sahip olduğu tek şey insan hakları, onuru ve özgürlüğüdür. İnsan hakları, onuru ve özgürlüğü dışında kalan her şey yapaydır, yüzeyseldir ve sonradan kişiye giydirilen dayatmalardır. İnsan hakları, insana insan olma bilinci, vicdanı ve aklı kazandırmaktadır.