Vicdanlarımızın tedaviye ihtiyacı var ve yeniden formatlanması lazım
Vicdanlarımızın vücudumuzda ki yeri bulunmalı ve ameliyat edilerek asli görevine
Yaratılış kodlarına uygun hale getirilmelidir.
“Elim, ayağım, gözüm, kulağım, ciğerim, böbreğim, kalbim, beynim…” var diyebiliyoruz..
Daha tuhafı:
“Canım, gönlüm, ruhum…”
Bile diyoruz..
Ee vicdan denilen şey nerede o zaman.!
Bunları “diyen özne”, “nereden” konuşuyor arkadaş?
Benim saf saf bunca mülkiyeti kendisine izâfe ettiğim bedene, o kalkmış “benimsin” diyoruz
Bedenimin ise ne bir îtirâzı ne bir idrâki var!
Hani insanın “şurası” yanar ya bâzen! 🙂
Doktora seslenir mazlum âşık: “Elini kalbime koy doktor, nabzımı bırak!” der ya.
Kalpten kasdı anladınız tabiî…
Adamın vicdânı rahatsız.
Vicdan acıyınca bizim “kendiliğimiz”i hissediş yoğunluğumuz artıyor gâlibâ! Yoksa günahlar, hatâlar, tökezlemelerimiz, haksızlıklarımız bizim “kendimiz”e gelmemizde, yâni “vicdan kılıklı kişiliğimiz”le gözgöze gelmemizde(!) bir görev mi yapıyorlar?
İyi ki vicdânımız var! O olmasaydı neye benzerdi insanzâdeler acaba?
Amma ve lâkin bu vicdan da ele avuca sığmıyor arkadaş!
O kadar “uygarlaştık”, gene de bir “vicdan hastahânesi” yok!
Bir “vicdan doktorluğu okulu” yok!
Bir “vicdanla tanışma” programı geliştirilmemiş henüz!
Hem asıl özne vicdan, hem de hakkında iki cümle laf edecek durumda değiliz.
Kendimde gözlemim ise şu: Bu vicdan, üzerine yük almak istemiyor arkadaş. Ne mal ne mülk ne mülkiyetin herhangi bir türüyle bağlanmak istemiyor. Başkaları üzerine yolsuz yordamsız hükümranlıklar kursak bile, ardından derhal acımaya başlıyor “bir yerler”(neresi demek yasak).
Sızım sızım sızlamaya başlıyor, dağ gibi adamları kıvrandırıyor, iğne ipliğe çeviriyor…
Bilmesek de görmesek de… O biz!
Biziz…
Nerede durduğuna dâir fikrimiz olmasa da, vicdanımız iyi ki var…