Kazanç ve başarı, insan ve toplumun hedeflerine göre değişen kavramlardır. Bir kapitalistin başarısı, daha fazla kâr etmek ve işini geliştirmektir. Bir pozitivistin başarısı ise her şeyi maddi açıdan değerlendirmek; maddi olayların birçok şeyi yönlendirmesi ve düzenlemesini sağlamaktır. Bir Müslümanın başarısı ise ahlaki değerlerle hayatı düzenlemektir.
Bütün bu bakış açıları içerisinde kazanç ve başarılar; insan ve toplumların dünya görüşleri ölçüsünde anlam kazanır.
Biraz daha konuyu açarsak: Yanlış bir yol ve yöntemle doğru bir amaca, doğru bir yöntemle de yanlış bir hedefe varılamayacağını bilmeli ve kendimizi yanıltmamalıyız.
Ülkemiz, farklı anlayış ve kültürlerle kendine has bir medeniyet ortaya koymuş; diğer toplumlara kendi dünya görüşüne uygun yaşama örnekleri sunmuştur. Bu sistem, çok uzun bir tarih döneminde dünyanın birkaç kıtasında hükmünü sürdürmüş ve insanlığın ender rastladığı adalet ve insanlık tablolarına sahne olmuştur.
Bu medeniyet, değer ve bilgi sistemini kaybettiğinden beri, kendi varlığını ve gerçeğini bulamamanın dengesizliğini ve çözülüşünü yaşamaktadır.
Toplumların başına gelen vahim gerçekler, kişi ve toplumun şuurlu davranışıyla kabul edilip ona göre değerlendirildiğinde, çok büyük bir kayıp sayılmayabilir. Çünkü her medeniyetin ve toplumun gelişme dönemleri olduğu gibi zayıflama dönemleri de vardır. Bu durum, bütün medeniyetler için geçerlidir.
Ancak bu gerçeğe rağmen, kendi medeniyet kültürüne ters düşen anlayış ve kurumlaşmalarla yüz yüze gelen toplumlar veya yönetici liderler, hatalı yollar izlediklerinde kazandıklarını zannetseler de, gerçekte kaybedenler olmaktadır.
Bir inancın, dünya görüşünün ve kültürün sadece söylem olarak varlığı; ya onun istismar edildiğini ya da kıymetinin anlaşılamadığını gösterir. Çünkü içi boş ve toplumun sıkıntılarını çözmeye yönelik olmayan görüşler ve sistemler ancak uygulandıklarında anlam ve değer kazanabilirler.
Ayrıca teoride kalan görüş ve anlayışlar, o fikirlere inanan ve güven duyanların umutlarını kaybetmesine sebep olur. Neticede, fikrin ve yöntemin geçersizliğine dair bir kanaat oluşur ki; bu durum, ahlaki ve toplumsal idealin sonunu getirebilir.
Fikir ve sistemlerin karar mercii olan bu tür kişiler, tarihî bir sorumlulukla yüz yüze gelmenin ızdırabını yaşayabilirler. Çünkü hiçbir hareket, yalnızca kişilerle ayakta durmamış; fikirlerin toplumun tüm kesimlerince paylaşılmasıyla kökleşmiş ve çözüme kavuşabilmiştir. Tarih boyunca karizmatik liderlik, zamanla onlara güvenen kitlelerin maneviyatını ve kendilerine olan güvenlerini sarsmış ve büyük atılımlar gerçekleşememiştir.
Önemli olan, bir toplumun ve medeniyetin tüm kitlelerce benimsenmesi ve onların varlığıyla kendini gerçekleştirebilmesidir.
İnsanımız, herhangi bir makam veya mevkiye gelebilmek için her yolu mubah görmeye başladığından beri kazanırken kaybetmektedir.