“Bekleme dönemi bitti”

Ekim ayının ortasında haber akışına düşen başlıklar, bir milletin bünyesini saran derin bir rahatsızlığa karşı başlatılan kararlı bir müdahaleyi gözler önüne seriyor. Bir yanda hayali işlemlerle milyarlarca liralık kamu kaynağını emen finans şebekeleri, diğer yanda şehirlerin güvenliğini bozan organize suç örgütleri. Farklı görünen bu olayların hepsi, aynı kararlı iradenin sarsılmaz müdahalesiyle karşılaşıyor. Hükümetin attığı adımlar, artık bekleme döneminin bittiğini, devletin bütün unsurlarıyla köklü bir temizlik harekâtı başlattığını net bir şekilde ilan ediyor.

Devlet aklı, usta bir cerrah gibi çalışır. Her küçük belirtide paniklemez; sorunun kaynağını, yayıldığı damarları ve ördüğü bütün ağı sabırla tespit eder. Ardından, doğru zamanda, bütün gücüyle ve tereddütsüz bir şekilde harekete geçer. Son günlerdeki operasyonlar, işte bu kusursuz zamanlamanın ve aklın sahaya yansımasıdır. Bu, dağınık bir mücadele değil; tek bir merkezden yönetilen ve adeta kod adı “Milletin Huzuru” olan milli bir duruştur.

Bu kararlılığın somut izlerini, son günlerde İstanbul merkezli yürütülen operasyon zincirinde görmek mümkün. Hayali işlemlerle devletin kasasını boşaltanlardan, insan hayatını hiçe sayan göçmen kaçakçılarına; sokakları tehdit eden organize suç örgütlerinden, en saygın kurumsal kimliklerin ardına gizlenen yapılara kadar mücadelenin her alana yayıldığı görülüyor. Neşterin en derine indiği noktalardan biri ise son dönemde finans ve medya alanlarında faaliyet gösteren bazı holdinglere yönelik yürütülen ikinci dalga operasyonlar oldu. MASAK raporlarında yer alan bulgulara göre, bu yapıların “nitelikli dolandırıcılık” gibi suçlardan elde ettikleri gelirlerle sadece zenginleşmekle kalmadıkları, aynı zamanda eğitim, medya ve finans gibi stratejik sektörlere sızarak kamusal meşruiyet kazanmaya çalıştıkları iddia ediliyor.

Bu kapsamda bazı tanınmış iş insanlarının, akademisyenlerin ve eski yöneticilerin gözaltına alınması, devletin hiçbir unvanı ya da kurumsal kimliği dokunulmaz kabul etmediğinin açık göstergesi olarak öne çıkıyor.

Devletin kudreti, sadece failleri yakalamakla değil; bu kararlı adımlarla ailelerin güvenle yaşayacağı sokakları, emeğin karşılığını bulduğu bir ekonomiyi ve en önemlisi, adaletin er ya da geç yerini bulacağına dair sarsılmaz bir inancı yeniden inşa etmekle ölçülür. İstanbul’dan başlayıp dalga dalga yayılan bu kararlılık, en tepedeki yozlaşmaya vurulan bir neşterdir ve bu mücadele, milletin bünyesini daha da güçlendirecektir.

Ancak bu operasyonlar bir son değil; daha şeffaf kurumların, daha güçlü bir toplumsal bünyenin ve yeni bir güven döneminin zorunlu başlangıcıdır. Unutulmasın ki, bu topraklarda milletin bünyesini koruyan o çelikten iradeyi sınamaya kalkanlar şunu asla unutmasın: Devletin yapısında gördüğünüzü sandığınız her boşluk, görmezden gelinen bir zafiyet değil, bütün bir ağı çökertmek için doğru anı bekleyen stratejik bir sabrın kendisidir. Bu mücadelenin gerçek zaferi ise, atılan bu adımların kalıcı bir temizliğe ve toplumun her ferdinin bizzat yaşayacağı köklü bir adalete dönüşmesiyle mümkün olacaktır.