Hayatın büyük sahnesinde perdenin açılmasıyla kapanması arasındaki o kısa aralıkta hepimizin payına düşen roller vardır. Ancak bazıları için bu rol, sadece bir figüranlık, bir “dekor kuruculuk”tan ibaret kalır. Tam da bu yüzden “Ateşinde biz yandık, külünde başkaları ısındı” cümlesi, sadece bir söz değil; küresel kapitalizmin ve insan ilişkilerinin en keskin fotoğrafıdır.
Biz, geceyi gündüze katıp bir fikrin ilk tohumunu atanlarız. O tohumu kâr-zarar hesabı yapmadan, uykudan ve sosyal hayattan çalarak sulayanlarız. Bir projeyi, bir şirketi, bir sanat eserini ya da bir toplumsal hareketi sıfırdan var etmenin o yakıcı, o tutkulu sancısını çekeriz. Gecenin dördünde gelen ilhamla klavyenin başına otururuz; kapı kapı dolaşıp inandırıcılığımızı ispatlamaya çalışırız. Ellerimiz yanar, sırtımız terler, sermayemiz erir.
Sonra o ateş nihayet yükselmeye başladığında, o duman gökyüzüne karıştığında… bir bakarsınız etrafınız kalabalıklaşmıştır. O zaman, hazır masaya sonradan oturanlar, yani o riski hiç almayanlar, en yüksek yönetim kurulu sandalyelerini kapar. Ateşi tutuşturmak için ellerini yakan, şimdi arka koltuğa itilmiştir.
Birileri toprağı sürer, tarlayı hazırlar; hasat zamanı gelince hasadın fotoğrafını çekip sosyal medyaya yükleyen başkaları olur. Birileri yol yapar; diğerleri o yoldan geçerken korna çalıp teşekkür etmeyi bile akıl etmez.
Ateş durağan değildir; sürekli bir değişim ve dönüşüm enerjisidir. Ateş, yakar, eritir, şekil verir. Bir liderin, bir girişimcinin, bir sanatçının ruhudur. Külün sıcaklığı ise güvenli ve geçicidir. O, hazır düzene dokunan, ona uyum sağlayan kitlenin psikolojisidir. Bu düzen içinde en büyük hayal kırıklığımız, yoldaşlık sandıklarımızın aslında birer fırsatçı olduğunu görmektir. İş yerinde büyük bir projeyi ayakta tutanlar vardır ama alkışı, sunumu yapan, sözü güzel söyleyen alır.
Yine de gerçek şudur: Ateşin kıymeti, külün sıcaklığından büyüktür. Çünkü yanmış olmak bir kayıp değil, bir sermayedir. Külün verdiği sıcaklık, rüzgârın ilk esmesiyle dağılıp gidecek kadar geçicidir. Oysa ateşten geçmiş olmanın insana kattığı derinlik, kimsenin satın alamayacağı bir hazinedir. Yanmış olan, yaranın ne olduğunu, mücadelenin gerçek tadını bilir.
Bizim yorgunluğumuz, başkalarının konforundan çok daha kıymetlidir. Çünkü o yorgunluk, tecrübe dediğimiz sarsılmaz binayı inşa eden harçtır. Belki de bu yüzden bazı insanlar hep gelirken rahattır, giderken sessiz. Çünkü yananın değil, ısınanın sayısı daha fazladır. Fakat ateşin bıraktığı iz ömürlüktür.
Zemzem suyunu besmeleyle içenleriz bizler…
İçimizde, zemzem suyu içerek başlayıp bugün buradan yazmaya edebimizin müsaade etmediği şeyleri içenler o kadar çoğaldı ki etrafımızda; biz de şaşırıyoruz. “Bu ne şımarıklık?” diyoruz.
Para ve makamı taşıyamama hâli daha ne kadar sürecek?
Asil olun, asaletli olun; kendinize gelin.
Bu dava millet ve memleket meselesidir.
Paranın ve makamın şehvetine kapılmışların değil…
Hayatta herkes iz bırakmaz. Kimi sadece ısınır, kimi ise ateş olur. Ateş olmak kader değil, bir duruş meselesidir. Yandık, yanmasına ama o yanış bize bir daha asla birinin külünde ısınmak zorunda kalmayacağımız bir özgüven verdi.
Bu yüzden bırakın, başkaları ısınsın.
Biz her zaman yeniden tutuşmaya hazırız.
Ve’s-selam.